Son günlerde yaşanan büyük depremler, toplumsal yaşamda benzeri görülmemiş bir travma yarattı. Deprem anında birçok kişi, paniğe kapılarak en güvenli yer olarak gördükleri balkonlardan atlamak zorunda kaldı. Bu durum, hayatta kalma içgüdüsü ile hareket eden insanlarda ciddi yaralanmalara yol açtı. Ancak, bu olayın fiziksel yaraların ötesinde derin psikolojik etkileri olduğu da bir gerçek. Hem fiziksel hem de ruhsal travmalar yaşayan bireylerin hikayeleri, bu felaketin sonuçlarını daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor.
Deprem sırasında insanlar, genellikle güvende hissettikleri yerlerden kaçma eğilimindedir. Bulgaristan’da meydana gelen büyüklüğü 7.4 olan depremin ardından, panik içinde olan vatandaşlar, balkonlarına koşarak kendilerini kurtarmanın yollarını aradı. Ancak çoğu kişi, içinde bulundukları kaygı dolu anın mantıklı düşünmelerini engellediğini belirtmektedir. "Balkondan atlamak, panik anında aklıma gelen tek şeydi," diyen bir deprem mağduru, bu tür bir davranışın hayatta kalma içgüdüsünün bir parçası olduğunu vurgulamaktadır. Depremin ardından balkondan atlayarak yaralanan bireylerin büyük çoğunluğu, aslında geri dönmeyi düşündükleri ama kaçış anında çaresiz kalan kişilerdir.
Türkiye'de yaşanan depremler yalnızca fiziksel hasar yaratmakla kalmamış, aynı zamanda toplumda şiçkin bir şekilde yer etmiş ve insan psikolojisini derinden etkilemiştir. Uzmanlar, deprem sonrası yerlere düşen insan sayısının artmasının ardındaki psikolojik sebepler hakkında konuşarak, evlerimizin içinde hissettiğimiz güvenin bodrum katı ya da yatak odasından ziyade, balkon gibi dış mekanlarda daha önce hiç olmadığı kadar tehlikeli olabileceğinin altını çizmektedir. Bu psikolojik yolculuk, travma sonrası stres bozukluğunun (TSSB) ortaya çıkmasına zemin hazırlayabiliyor.
Balkondan atlayarak yaralanan bireyler, vücutlarının farklı bölgelerinde çeşitli kırıklar ve yaralarla hastanelik oldular. Kimi bireylerin kalçasından, kimisinin bacaklarından yaralandığı görülmüştür. Hastanelerde tedavi gören hastalar, tedavi süreçlerinin zorlayıcı olduğunu dile getiriyor. Ayrıca, deprem anında yaşanan travmanın, ilerleyen günlerde sağlık sorunlarını da beraberinde getirebileceği uzmanlar tarafından dile getiriliyor. Deprem bölgesinde yapılan araştırmalar, fiziksel yaralanmaların yanı sıra ruhsal durumun da tedavi süreçlerine dahil edilmesi gerektiğini göstermektedir.
Bunun yanı sıra, deprem sonrası fizyoterapi ihtiyacı duyan birçok insan, bedensel yaralarının yanında ruhsal etkilere de maruz kaldıklarını belirtmektedir. Uzun süre tedavi gören bireyler, yaralarının iyileşmesinin yanı sıra, ruhsal durumlarının da bir an önce düzelmesini umuyorlar. Uzmanlar, depremin yarattığı ani stresin, insanların hareket etme ve normal yaşamlarına dönme kabiliyetini de olumsuz etkilediğini vurgulamaktadır.
Ülkemizde çoğu kişi, deprem sonrası yaralarının geçmesi için hem fiziksel hem de psikolojik destek arayışına girmektedir. Bu destek arayışı, sosyal dayanışmanın da bir parçası olarak öne çıkmaktadır. Halk sağlığını etkileyen bu tür olayların ardından, devlet ve sivil toplum kuruluşları, depremzedelere yönelik psikolojik destek hizmetlerini artırmayı hedeflemektedir. Ayrıca, yaralıların tedavi sürecini hızlandırmak için, sosyal alanlarda da destekleyici faaliyetler geliştirilmelidir.
Sonuç olarak, depremler yalnızca fiziksel hasarlara değil, aynı zamanda ruhsal yaralara da neden olabilen doğal afetlerdir. Deprem esnasında balkondan atlamak durumunda kalan bireylerin hikayeleri, insan psikolojisinin kırılganlığını ve sağlığın bütünlüğünde psikolojik destek mekanizmalarının önemini ön plana çıkarıyor. Toplum, bu travmanın yaralarını sarmak için bir araya gelmeli ve hem fiziksel hem de ruhsal sağlık konularında daha duyarlı olmalıdır. Unutmamak gerekir ki, felaket sonrası yaralarını saran bir toplum, ancak birlik ve dayanışma içinde ayakta kalabilir.